En önemli olumsuz/travmatik etkiler dünya, insan, kadın, erkek, insan ilişkileri, cinsellik tasarımlarının bozulmasıdır. Bu tasarımlarlarla bağdaşık kendilik tasarımındaki değişimler ise kişilik gelişiminde çocuğun belirleyici rol oynayabilmektedir. Sonuç olarak çocuklar örneğin, kendini tanımlamada güçlük, film ve dizilerin etkileyici karakterlerinin ailenin bir üyesi gibi algılanışından doğan aile içi bağların gevşemesi/sanallaşması, hayalle gerçeğin ayırdedilememesi, anlık gerginlik, korku, hazza dönük yaşama, özdeşim ve empatide sapmalar, daha sık şiddete başvurma yaşamaktalar. Boş zamanlarını televizyon dışında anlamlı bir uğraşı ile değerlendirememe, ders çalışmaya karşı isteksizlik, aile içi kurallara ve düzene uymak istememe, isyankarlık, sorumluluk almama, erken cinsel uyarılmaya bağlı davranış değişiklikleri, gösterebilirler. Bunlara ek olarak okul başarısının düşmesi, televizyondaki kişilerin özellikle olumsuz hatta psikopatik davranışlarını taklit etme, sosyal ilişkilerin zayıflaması gibi sonuçlar da ortaya çıkabilir. Ruhsal etkilerinin yanı sıra göz bozuklukları, uyku sorunları, hareketsizlik ve ekran karşısında atıştırma sebebiyle kilo alma gibi fiziksel zararlar da gözlenebilmektedir. Bunlarla beraber, dil gelişiminde de sorunlar yaşanabilmektedir. Bir insan hayatı boyunca sadece birkaç şiddet ve ölüm olayına tanık olabilecekken, televizyon karşısındaki bir çocuğun hergün birkaç ölüme ve onlarca şiddet olayına şahit olması sık görülen bir durumdur.
Özellikle ev işlerini yetiştirmeye çalışan bazı anneler ya da bebeğin emanet edildiği kimi bakıcılar, televizyonu iyi bir oyalama aracı olarak görmektedirler. Ancak televizyon karşısında birebir ilişkiden uzak geçirilen saatler, bebeklerde içe kapanma, dil gelişiminde bozukluklar, iletişim kuramama, işitme bozuklukları gibi sorunların sıkça görülmesine sebep olmaktadır. Dünyayı tanımaya çalışan ve bu esnada ebeveynin yönlendirmesine, açıklamalarına ihtiyaç duyan bebekler ve küçük çocuklar sürekli değişen görüntüleri anlamlandırmakta zorluk çekerler. Bunun sonucu olarak ciddi bir zihinsel karmaşa yaşarlar. Amerikan Pediatri Akademisi’nin açıklamasına göre, özellikle 2 yaşına kadar olan bebeklerin uzun süreli televizyon seyretmeleri, onların sosyal, duygusal ve bilişsel davranışlarının gelişimini olumsuz etkilemektedir.
Televizyondaki şiddet görüntüleri çocukların yaşama olan güvenlerini sarsarak, insan ilişkilerini ve kişiler arası iletişimlerini olumsuz yönde etkiler. Çocukların medya aracılığı ile gelişim dönemlerine uygun olmayan bu tür görüntülere maruz bırakılması, onların istismar edilmesi anlamına da gelmektedir.
Uluslararası ve ulusal hukuk sisteminde, çocuk ve gençlerin fiziksel ve ruhsal sağlıklarını korumak için yayın içeriğinin kamu yararına olması konusunda gerekli önlemler alınmıştır. Ancak verilen cezaların caydırıcı olmaması ya da denetimin yetersiz kalması gibi sebeplerle kurallar sık sık ihlal edilir. Televizyonlarda yaş sınırı uygulaması yürütüldüğü söylense de, her yaş grubuna uygun görülen müzik kliplerinin dahi son derece erotik görüntüler içerdiği herkesin malumudur. Aynı erotizm, bu şarkıların sözlerinde de kendini göstermekte ve “Bandıra bandıra ye beni, hişt zilli, azıcık ucundan versen, neremi neremi, kız hepsi senin mi” gibi argo ve müstehcen ifadeler henüz iyi ile kötüyü ayırt edemeyen çocuklara kolaylıkla ulaşmaktadır. Dahası çocuklar kliplerde izledikleri şarkıcıları, saç stilleri, giyim tarzları ve davranışları ile kendilerine model almaktadırlar. Ne zaman karşımıza çıkacağını bilmediğimiz bu görüntülerden çocuklarını nasıl koruyacaklarını şaşıran aileler, bu olumsuz durum karşısında kendilerini çaresiz hissetmektedirler.
Çocuklar için hazırlanan ve onların yaşlarına uygun temalar içerdiği varsayılarak, ailelerin çocuklarına izletmekte sakınca görmedikleri kimi çizgi filmler de şiddet içerebilir. Henüz gerçekle hayali ayırt edemeyen çocuklar, Ninja kaplumbağa gibi dövüşmekten, Pokemon gibi uçmaktan bahsederler. İçerdikleri şiddetin yanı sıra kimi çizgi filmlerin taso, kart gibi yan ürünleri, çocuklarda kumar alışkanlığı yaratabilir. Çocuklar daha fazla karta sahip olma hırsıyla, birbirlerine karşı hoşgörüsüz davranmakta sakınca görmezler. Sonuçta ruhsal ve bedensel rahatlama sağlaması gereken sokak oyunları birer kumar ve savaş alanına dönüşebilmektedir.
Deprem gibi geniş çağlı afetlerden sonra, televizyonda izlediği deprem haberlerinden, enkaz altındaki insan görüntülerinden, yıkıntılardan etkilenen ve depremi hissetmediği halde okula gitmek istemeyen, anne babasının yanından ayrılamayan, gece yalnız yatamayan, huzursuz, mızmız hale gelen çocuklara pek çok kişi rastlamıştır. Yetişkinleri dahi derinden etkileyen bu görüntüler, özellikle 7 yaşından küçük çocukları çok daha fazla etkilemektedir. Televizyon kanalları olayın görüntülerini tekrar tekrar yayınladığında çocuk kronik strese maruz kalmakta, kendi dünyasında anlamlandırmakta zorluk çektiği olay sebebiyle, kaygısı artmaktadır. Televizyondaki şiddet ve travmatik görüntüler çocukları dört biçimde etkileyebilir:
1. Çocuklar televizyonda gördüklerini tekrarlama ya da deneme eğilimindedirler. Televizyonda yayınlanan ve son derece travmatik olan bir idamın canlı yayın görüntülerinin dünyanın çeşitli bölgelerinde farklı kültürlerdeki çocuklarda benzer biçimde merak uyandırdığı ve izledikleri asılma sahnelerini oyun olarak tekrarlarken, yaşamlarını kaybettikleri bilinmektedir.
2. Tekrar tekrar verilen travmatik görüntüler çocuğu şiddete karşı duyarsız hale getirebilir.
3. Çocuğun şiddet davranışında bulunmasını engelleyen öğretilerin etkisini azaltır. Bir anne baba çocuklarına kimseyi incitmemeyi öğretir, bu konuda ona örnek olurlarken televizyon karşısında çocuğun maruz kaldığı görüntüler onun zihninde şiddeti meşru kılmaktadır.
4. Şiddet görüntüleri çocuğun stres düzeyini artırır. Şiddet, terör, suç, doğal afet haberleri çocuklarda kâbuslara yol açar. ABD’de yapılan bir araştırmada, okul öncesi dönemde çocukları olan ailelerin % 37’si, geçen bir yıl boyunca çocuklarının bir televizyon programı sebebiyle korkulu ya da üzüntülü günler geçirdiğini bildirmişlerdir.
Çocukları Televizyonun Zararlı Etkilerinden Korumanın Yolları
Televizyondaki şiddet ve cinsellik içeren yayınlar, çocuğun bilişsel ve duygusal gelişimine zarar verir. Bu görüntülere sık sık maruz kalmak, çocuğun müstehcenlik ve şiddet konusundaki kabul edilebilirlik sınırlarını olumsuz yönde etkiler. Özellikle 7 yaşın altındakiler, medyadan iletilen mesajların içerikleriyle ilgili, iyi- kötü ayrımı yapabilecek olgunlukta değildirler. Bu sebeple, ebeveynin gerekli sınırı koyması, şiddet ya da cinsel içerikli travmatik sayılabilecek görüntülerle karşılaşan çocuğuna, bunun kötü ve yanlış olduğunu mutlaka vurgulaması gerekir. Ancak dozu iyi ayarlanmadığı takdirde, uzaklaştırmak istediğimiz konuyu çocuk için daha çekici hale getirebiliriz. Bu noktada yapılması gereken, çocuğun sorularına kısa fakat tatmin edici cevaplar verdikten sonra, mevzuyu uzatmaktan kaçınmaktır.
Ebeveyn, zaman zaman televizyonla ilgili olarak çocuğuna sınır koymakta güçlük yaşayabilir. Daha uzun süre ekran başında kalmak isteyen çocuğun isteği engellendiğinde; ağlaması, odasını dağıtması, evin kurallarına uyumsuz davranması, ders çalışmayarak ya da oyuncaklarını kırarak ailesine tepki göstermesi muhtemeldir. Ancak aileden beklenen, yasak koymaktan öte çocuğa iyi model olmaktır. “Evimizde bu programları izlemeyi doğru bulmuyoruz” diyerek, çocuğun uyanık olduğu saatlerde şiddet içeren yayınları hiçbir aile bireyinin izlememesi öncelikli koşuldur. Aynı zamanda kurallara uyduğu için takdir etmek ya da güzel sözle veya sarılmayla ödüllendirilmek bile çoğu zaman sorunu çözer. Fakat ekran karşısında geçireceği vakti sınırlandırmasını istediğimiz çocuğa alternatifler sunmak en iyi yoldur. Televizyon izlerken mümkün olduğunca büyüklerden birisinin ona refakat etmesi, çocuğun yaşına uygun yorumlar yapması hem çocuğun bilgisini artırır, hem de onun anlam veremediği olayları yanlış algılamasını engeller. Böylece ailenin ekran karşısında beraber olduğu ve uygun programları yorumlayarak izledikleri zaman dilimi, bütün aile için birlikte geçirilen keyifli bir uğraş haline gelir.
Referans – Prof.Dr. Oğuz Berksun